14 Nisan tarihine dek Kuzey Kıbrıs’taki toplumsal beklenti tamamen çözüme yönelmiş ve tüm siyasi, ekonomik stratejiler çözüm sonrası ortam ve gelişmelerle ilişkilendirilmişken referandum sonuçlarıyla birlikte belirsizlik yaygın anlayış olarak yeniden yeşerme zemini buldu. Üstelik bu kez çözüme dönük beklentilerde ciddi anlamda kırılma, ümitsizliğe kapılma ve hedefsizlik duygusuyla birlikte. Kıbrıslı Türk barışseverler referandum öncesi dönemde, Kuzey’deki siyasi açmazların en büyüğü olan antidemokratik, hukuka aykırı uygulamaları ve Kıbrıs Türk liderliğinde temsil edilen statükoyu iddialı bir demokratik dönüşüm mücadelesi ile kontrol altına almayı sağladılar. Bir de -altını çizerek- Türkiye’nin Kıbrıs’ta çözüm hedefine yönlendirilmesine ciddi anlamda katkıda bulundular. Bir süre önce, Kıbrıs’ta kalıcı ve temelde siyasi eşitliğe dayanan bir çözümün gerçekleşebilir olması üzerinde şekillenmiş olan barış umudu, neredeyse bir inanç halinde toplumsal ortak payda halini almıştı. Barış mümkündü ve bunun gerçekleşmesi için ilk kez taraflar arsında bir konsensus vardı. Çünkü Kıbrıs’ta barışın gerçekleşmesi, Ada’nın siyasi tarihinde hep bir uluslararası veya ulusal aktör olmuş, göz ardı edilmesi -özellikle bugünkü uluslararası konjonktürde- ne yazık ki mümkün olmayan güçlerin çıkarını gözetiyordu.
Çözümün gerçekleşebilirliği, en açık ve yalın haliyle Kıbrıs Rum toplumunun egemen siyasi kültürü ve siyasi liderliği tarafından engellendi. Bu nokta gerçekten yeni bir sürecin başlama noktasıdır. Bir sosyal ve tarihsel kırılma noktası! Bu noktada, Ada üzerinde siyasi eşitlik temelinde bir ortak yaşam amacı, inancı ciddi anlamda tahrip edildi. Kıbrıs Rum toplumundaki hâkim milliyetçi algı ve yaygın düşünsel körleşme, bir uygarlık tanımı içerisinde yer alabilecek kavramları, siyasi hedefleri ve her şeyden öte uygar ortak yaşam olanağını bugün için ortadan kaldırdı. Ancak bu çerçevede, Kıbrıslılık kavramı ya da kimliği de ciddi anlamda tahrip edildi. Çünkü bu kimliğin geçerliliği ve gerekliliği üzerinde hak ve iddia sahibi olabilecek siyasi unsurların çözümü reddetmesi, Ada üzerinde ortak yaşamın kaçınılmazlığı üzerine kurlu bir siyasi ideali en azından bugün için ciddi anlamda sarsmıştır. Hiç bir zorlamaya kaçmadan Kıbrıs kültürünün varlığı potansiyel olarak buna dayanabilecek bir ortak kimlik potansiyelini barındırsa da bugün için zayıf olduğunu söylemek herhalde zor olmasa gerek.
Farklılıkları yok saymadan ve birbirleri üzerinde egemenlik kurma amacı taşımadan, siyasi eşitliği gözeterek oluşturulan bir çözüm projesi olan Annan Planı, gerçekten de Güney Kıbrıs’taki milliyetçi körleşmenin yarattığı, içinden kolay çıkılmaz sosyal kaosun büyük etkisine yenildi. Güney Kıbrıs’ta siyasi partilerin referanduma dönük aldığı tavra baktığımız zaman, sol ile sağ kavramlarının birbirinin içine girdiğini görürüz. Liberal sağ DİSİ’nin ilerici tavır takınarak ve her türlü siyasi riski kabullenerek “Evet”e yönelmesi ile, komünist parti iddiasıyla AKEL’in milliyetçi kültürün popülist anlayışına teslim olup, kendini riske atmaması ve “Hayır” kararı vermesi ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Ancak günümüz dünyasında neredeyse tüm Komintern kalıntısı komünist partilerin milliyetçiliğe yenik düştüğü ve ne yazık ki ilericiliği, tüm yıkıcı icraatlarına imkân vererek neo-liberallere terk ettiği -yani aslında zamana yenik düştüğü- hatırlandığında, belki de Güney’deki örneği çok yadırgamamak gerekiyor. Ancak özellikle AKEL’de cisimleşen “Hayır” oyunun bedelini, statükonun devamıyla Kıbrıslı Türkler’in ödemesi, ödüyor olması, aklın ve hafızanın çalıştığı her an, pek de geri dönüşü mümkün olmayan gerginlik ve tepki potansiyelini etkin kılabilecektir.
Bu süreci radikal anlamda değiştirme konusunda, 13 Haziran Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonuçları ile ilgili beklentilerin ortaya çıkması da, siyasi popülist yaklaşımın yeni bir oyunu içinde olunduğunu gösteriyor. Hayat devam ediyor, demokrasinin dönemsel güven tazeleme ve yenileştirme sistemi, siyasi partiler ve aktörler için yeni oyunları da beraberinde getiriyor. Bu nedenle herhangi bir hayali senaryo üretmeden, bugün Kıbrıs sorununda “topun” açıkça AKEL’in önünde durduğunu teslim etmek gerekiyor. Aralık ayı, Türkiye’nin AB üyelik müzakereleri konusunda karar verileceği ve Kıbrıs’ta olabilirlik ölçüleri içerisinde tarafların etkili bir yeniden adım atma imkânını içinde barındıran önemli bir zaman dilimi. Bu süre dolana dek, AKEL ayağında duran bu “topu” nasıl kullanacak? Planı yeniden müzakereye açmadan bahsettiği garantilerin sağlanması ve ardından hemen referandumu mu gündeme getirecek, yoksa gerginliği yatıştırmaya, Kuzey’e yönelik ambargoların kaldırılmasına itirazı olmadığı beyanı gibi Kıbrıs Cumhuriyetinin “Yüce” Meşruluk iddiasını koruyup, gelişmeleri kendi kontrolü altına alarak zaman mı kazanmaya çalışacak.
Zaman sadece Kıbrıslı Türkler’in aleyhine çalışmıyor, Ada’daki ortak yaşamın gerçekleşebilirliği beklentilerinin de aleyhine çalışıyor. Kararı AKEL verecek, topa istediği gibi vuracak, ama unutulmamalı tüm sorumluluk da onda olacak. Tüm Kıbrıslılar ve tarih önünde!
